Peki
sen iyi misin anne?
&
Prof.Dr.Nazan
Aydın Röportaj
Her annenin bir doğum hikayesi var işte, her
doğum anı kendine özel, kimisi uzun, kimisi kısa, kimi çok acı çeker, kimi güle
oynaya doğuruverir:) Hastaneye birsürü gelen gidenler olur, sen daha doğumun
şokunu yaşarken çoğu bebeği, sütün gelip gelmediğini sorar, o kadar çok bebekle
ilgilenirler ki bazen kendini görünmez gibi hissedersin… Sonra eve
dönersin, bir sersemlik hali devam üstünde, e tabi eş, dost, akrabalar bir
de bebek… Hem çok tanıdık, hem hiç tanımadığın biri.. Bir tantanadır gider…
Biran kapını kapatır, biraz gözlerini kapatıp, kendinle başbaşa kalmak,
olanları düşünmek istersin, içerdeki konuşmalar gelir kulağına, herkes yeni
misafirden bahseder, gündemden düştüğünü düşünürsün.. Çoğu zaman da kapıyı
kapatıp kendinle başbaşa kalmaya vaktin olmaz.
Doğuma kadar geçmeyen zaman biranda
hızlanmaya başlamıştır. Üzerindeki baskı da aynı hızla artar. 3 saatte bir emzirme, gaz çıkarma, alt
değiştirme, uyutma, oyun rutinlerine ilave ev işleri, yemek eklenir. Anneanne, babanne uzaksa, yakınımızda kimseden
yardım istemiyorsak, isteyemiyorsak, tüm enerjimizi son gramına kadar kullanıp
sonra pestil vaziyette yıkılıyorsak, ya da yanımızda olanlardan da kimsenin
bizim duygusal boşluklarımızı gerçekten anladığını düşünmüyorsak, bütün sorular
kalp kırıcı geliyorsa, ona buna üzülüp kalıyorsak, sonra bütün bu yorgunluklar
bambaşka öfkelere dönüşüyorsa, gerçek duygularımızı, isteklerimizi kimseyle
paylaşmıyorsak artık üstümüzdeki bu gereksiz baskılardan kurtulmanın zamanı,
hayatımızı düzenleyip, planlamanın vakti gelmiş demektir.
Bugün
sizi Bakırköy Kadın Ruh Sağlığı Merkezi ve
değerli kurucusu Prof.Dr.Nazan Aydın’la
tanıştıracağım. Çok değerli çünkü onların yaptığını kimse yapmıyor, bildiğim
kadarıyla kimse sadece biz anneleri dinlemiyor, neyin var diye sormuyor, tedavi
etmiyor.
Kendisine
ve ekibine tüm anneler adına teşekkür ediyorum. Röportaj teklifimi kabul ettiği
için de ayrıca teşekkür ediyorum.
1. Sizi tanıyabilir miyiz, ekibinizden,
merkezinizden ve kuruluş amacınızdan bahseder misiniz?
Gebelik
ve annelik yolunda olan kadınlarımızın
fiziksel ihtiyaçları kadar ruhsal ihtiyaçları ve sorunlarının da farkına
varılması, gereken tedavi ve desteğin sağlanması için çalışan bir doktorum.
Meslek yaşamımda son 10 yıldır özellikle bu alanda çalışmalar sürdürüyorum. Bu
konuya yoğunlaşmam, Dünya Sağlık Örgütü
Projesi kapsamında düzenlenen uluslararası bir çalıştaya davet edilmem sonrası
oldu. Buraya davet edilmemdeki önemli
nedenlerden biri, ülkemizde özellikle Doğu Anadolu Bölgesi’nde doğum sonu
depresyonu oranlarının oldukça yüksek olduğunu tesbit etttiğimiz bir araştırmamızdı. Bu toplantı sonrasında
tüm dünyada kadın ve anne ruh sağlığı için yapılanları ve ülkemizde neler
yapılabileceğini gördüm, ümitlendim. Farkındalık oluşturarak konuya dikkatleri
çekmek, gerekli hizmetin verilebilmesi için çalışmaya karar verdim. 2015 yılı
Aralık ayında Bakırköy Prof.Dr.Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir hastalıkları
Eğitim Araştırma Hastanesi’ nde, o dönemde hastane yöneticisi ve başhekimi
olan, Doç.Dr.Erhan Kurt’un da destekleri ile
Türkiye’de bir ilk olan Bakırköy Kadın Ruh Sağlığı Merkezi’ni
faaliyete geçirdik. Başlangıçta
Doç.Dr.Pınar Çetinay Aydın, Uz.Dr.Gökşen Yüksel Yalçın ve Uz.Dr.Ayça Öngel Atar
ile birlikte başladık ve ekibimize daha
sonra Uz.Dr.Buket Belkıs Güngör, Uz.Dr.Nalan Öztürk, Uz.Dr.Neşe Üstün ve
Uz.Dr.Huriye Ersen de katıldılar. Merkezimizde Kadın Ruh Sağlığı alanında; adet öncesi gerginlik, menapoz, kadın cinsel
işlev bozuklukları konularında hizmet vermekteyiz. Anne Ruh Sağlığı alanında; ruhsal hastalığı olup
çocuk sahibi olmak isteyen çiftler, gebelik ve doğum sonrası ilk yıl içerisinde
olan anneler ve infertilite tedavisi ile birlikte ruhsal sıkıntılar yaşayan
anne adaylarına hizmet vermekteyiz (Daha
ayrıntılı bilgi için: http://bakirkoyruhsinir.gov.tr/kadinruhsagligi)
Çalışmalarımızın
toplumun her kesiminden katılım ve desteklerle daha güçlü olacağının
bilincindeyiz. Bu sebeple çalışmalarımız sadece kurum bünyesinde ilerlemiyor.
Daha geniş bir kitleye ulaşabilmek, sesimizi duyurabilmek, ihtiyacı olanlara
ulaşabilmek amacıyla Anne Ruh Sağlığı Farkındalık Birliği
adında bir platform oluşturduk. Bu birliğe destek veren değerli
katılımcılarımızla beraber annelere ulaşmaya çalışıyoruz. Uluslararası bir
işbirliği olan Dünya Anne Ruh Sağlığı Farkındalık Günü Birliğinin de içerisinde
yer almaktayız. Her yıl Anneler gününün öncesindeki Çarşamba günü Anne Ruh
Sağlığı günü olarak etkinliklerle konuyu dünyada ve ülkemizde gündeme
getirmekteyiz( Daha ayrıntılı bilgi: www.anneruhsagligi.com @anne_ruh_sagligi_farkindalik ).
Bu
alanda hizmet veren farklı disiplinlerden ekiplerle ortak çalışmalar da
yürütüyoruz. Marmara Üniversitesi Kadın
Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Sayın Gülay Akgül Yılmaz
önderliğinde başlattığımız işbirliği ile Kadın Ruh Sağlığı Çalışma Grubu
olarak ekibimiz, araştırma ve
bilgilendirme faaliyetlerini sürdürmektedir (Daha ayrıntılı bilgi: http://eskar.marmara.edu.tr/ust_menu/arastirma/calisma-gruplari/kadin-ruh-sagligi-calisma-grubu )
2. Kadınların ruhsal olarak daha güçlü
olduğunu düşünüyorum şahsi fikrim ama toplumda “bütün doğum yapan kadınlarda
lohusa depresyonu olur” diye bir yargı var, sizce de doğru mu, rakamlar da bunu
doğruluyor mu? Ve bunun biyololojik olarak da bir açıklaması var mı? Yoksa
tamamen sosyo-ekonomik bir durum mu?
Evet
kadınların aynı anda pek çok işi organize edebilme, zorluklara göğüs gererek
kararlı bir şekilde mücadele edebilme gibi birçok alanda güçlü yönlerinin
olduğuna ben de katılıyorum. Ancak ruhsal şikayetlerin de bir güçsüzlük ya da
zayıflık gibi algılanmamasına da özellikle vurgu yapmak isterim. Tüm
hastalıklar gibi ruhsal hastalıklar da bizim bedensel özelliklerimiz,
hastalıklara doğuştan getirdiğimiz yatkınlıklar, beslenme ve yaşam düzeni gibi
faktörler zemininde hastalığı ortaya çıkarıcı etkenlerle ortaya çıkmaktadır.
Yani daha basit ifadeyle bedenimizdeki hassasiyetler bizim hastalığa daha kolay
yakalanmamıza sebep olur ve tetikleyen
sebepler açığa çıkarır. Ruhsal hastalıklar açısından baktığımızda da; hastalığa
biyolojik ve genetik olarak yatkın bir vücüt sistemimiz varsa uykusuzluk,
yaşanan stresler gibi faktörler hastalığın ortaya çıkmasına sebep olabilir.
Tabii
ki tüm doğum yapan kadınlarda lohusa depresyonu olmaz. Rakamlar ülkelere ve
ülke içinde bölgelere göre değişiyor. Lohusalık döneminde depresyon oranlarının
özellikle yüksek olması ise; doğum ve sonrasında gelen yoğunluk, uykusuzluk ve
yorgunluğun, doğum ile ani düşüşe geçen hormonların da etkisiyle hastalığın
ortaya çıkmasını kolaylaştırmasındandır.
3. Türkiye kadınların doğum sonrası
depresyonu istatistikleri ne düzeydedir? Yani her doğum yapan 10 kadından
5’inde doğum sonrası depresyonu oluyor mu? Merkezinizde hekim başına günde
ortalama kaç hasta kabul ediyorsunuz?
Dünyada
genelde belirtilen doğum sonu depresyonu oranları her 10 anneden birinde
görüldüğü şeklindedir. Ancak bu bildirimler ülkelere, bölgelere göre farklılık
göstermektedir. Mesela Dünya Anne Ruh Sağlığı Farkındalık Birliği doğum
sonrasında her 4 anneden birinde doğum sonrası depresyonu görüldüğünü
bildirmiştir. Ülkemizde ise bölgelere göre değişmekle beraber oranların %12-36
arasında değiştiği görülmektedir. Bu değişik oranların sebebi yapılan
araştırmanın yöntemine bağlı da olabilir yada o bölgedeki insanların daha
olumsuz koşuıllarda olması nedeniyle olabilir.
Bizim
yaptığımız araştırmalar da her 4-5 anneden birinde doğum sonrası depresyon
görüldüğü gözlemini doğrulamaktadır.
Bakırköy
Kadın Ruh Sağlığı merkezimizde hastalarımıza gereken zamanı ayırabilmek adına
randevulu sistem ile çalışmaktayız. Acil vakalara bekletmeksizin yardım etmeye
çalışıyoruz. Bununla birlikte merkezimizde hizmet veren uzmanlarımız aynı
zamanda hastanenin diğer kliniklerinde de çalımakta ve dönüşümlü olarak
merkezde bulunduklarından, ancak günde ortalama 20 kişiye hizmet
verebilmekteyiz.
4. Bir anne doğum sonrası depresyonu
olduğunu gösteren belirtiler nelerdir? Anne ya da çevresindekiler evde ya da
klinik bir tedaviye ihtiyaç olup olmadığını nasıl ayırt edecekler? Hormonal değişikliklerin
yarattığı ruhsal farklılıklar nereye
kadar kabul edilebilir?
Doğum sonrası depresyon belirtileri başlangıçta
doğum sonrası hüzün gibi başlayabilir ancak depresyon varlığında belirtiler
daha yoğun ve uzun sürelidir. Özellikle doğum sonrasında hormonal değişimler
nedeniyle ortaya çıkan ve annelerin %70-80 ninde
görülen Lohusalık Hüznünün, İlk 15 gün içinde geçmesi beklenir. Daha hafiftir. Oysaki doğum
sonrası depresyonu annenin bebeğiyle ilgilenme kapasitesini etkiler ve günlük
işlerini yeterince sürdürmesine engel olur.
Bu şekilde bir ruh hali mutlaka tedavi gerektiğini gösterir. Yani anne
bebeğine bakamaz, ihtiyaçlarını karşılayamaz ve her zamanki günlük işlerini
yapamaz hale gelirse bu ciddi bir durumdur.
Üzüntü ve eskiden yaptığında hoşuna giden şeyleri yapmaktan zevk
alamaması, doğum sonrası depresyonun en belli belli başlı belirtilerdir. Bunun
yanı sıra unutkanlık, dikkatini toparlayamama ve konsantrasyon problemleri,
kendine olan güvende azalma, sıkıntı hissi, suçluluk, enerji azlığı ve
kararsızlık önde gelen diğer belirtilerdir. İştah kaybı, uykusuzluk, yoğun öfke
ve sinirlilik, arkadaş ve aile çevresinden uzaklaşma, kendisine ve hatta bebeğine
zarar verme düşünceleri de eşlik edebilir.
5.
Hastalık tanı yöntemleriniz ve
tedavi yöntemleriniz nedir? Antidepresan ilaçlarının hem hekimler hem hastalar
tarafından gereğinden fazla başvurulan bir yöntem olduğunu düşünüyor
musunuz? Emzirirken antideprasan
kullanımı ile ilgili uygulama nedir?
Tüm
hastalık belirtilerinde olduğu gibi ruhsal hastalıklarda da bu şikayetlerin
nedeninin araştırılması için öncelikle muayene, kan tetkiki, görüntüleme gibi
incelemelerin yapılması mutlaka gereklidir. Özellikle doğum sonrası dönemde
kansızlık, vitamin eksiklikleri, tirod hormonu ile ilişkili hastalıklar
depresyon belirtilerine benzer belirtilerle ortaya çıkabilir. Ayrıca hastayla
yapılan görüşme ve gerektiğinde yapılan klinik değerlendirme testleri ile tanı konulur.
Psikiyatri
uzmanının yaptığı değerlendirme sonrası hafif şiddette bir depresyon varlığında
öncelikle psikoterapi tedavi seçeneği olarak düşünülür. Bunu eğitim almış bir
psikiyatrist veya bir klinik psikolog yapabilir.
Orta
düzeyde depresyon klinik belirtilere göre ayaktan tedavi edilebilir ancak
mutlaka ilaç kullanılması gerekir. Beraberinde psikoterapi de iyileşmeye
yardımcı olur ama tek başına psikoterapi öncelikli tercih edilmez.
Ağır
düzeyde depresyon varlığında ise hastaneye yatırılarak ilaç tedavisi ve/veya
EKT ile tedavi edilmeleri gerekir.
İlaç
tedavisi ve psikoterapiler dışında kullanılabilecek Transkranial Magnetik
Uyarım(TMU), akupunktur, masaj tedavisi, ışık tedavisi gibi seçenekler de
vardır ama bunlar hiçbir zaman tek başına tedavi olarak kullanılmamalıdır çünkü
tek başına tedavide yeterli değillerdir.
Antidepresanların psikiyatri uzmanları tarafından uygun görülen
hastalarda başlandığında ve düzenli kontrollerle takibi yapılarak
kullanıldığında gereksiz kullanılacağını düşünmüyorum. Ancak ülkemizde mevcut
uygulamalarda birçok antidepresan tedavisi,
bu işin doğrudan uzmanı olmayan hekimler tarafından başlatılabiliyor ve
kişiler düzenli kontroller olmaksızın ilaçları uzun süre kullanabiliyor. Yine
ülkemizde belirli bir yaptırım olmadığından isteyen kişiler eczaneden
psikiyatrist önerisi olmadan antidepresan alıp kullanabiliyor. Bu uygulamaların
zaman zaman gereksiz veya uygunsuz kullanıma yol açtığı düşüncesindeyim.
Kişisel kanaatim antidepresan tedavinin psikiyatri uzmanı tarafından başlanması,
kontrollerin psikiyatri uzmanı veya aile hekimleri tarafından sürdürülmesinin
uygun olduğu şeklindedir. Diğer branş uzmanlarının ise, bir kişide depresyon belirtisi gözlediğinde,
o kişiyi psikiyatri uzmanına yönlendirmesinin uygun olduğunu düşünüyorum. Hem
tedavinin düzenlenmesi hem de psikiyatrik tedavilerin sadece ilaçtan ibaret
olmaması nedeniyle bu işlemleri yapacak ve gerektiğinde bir klinik psikologa
yönlendirebilecek kişinin psikiyatri uzmanı olduğunun altını çiziyorum.
Emzirirken
antidepresan kullanılması gerektiğinde, hekim önerisi olsa bile, anneler süte
geçerek bebeğe zarar vereceği endişesiyle ilaç
kullanmaktan çekiniyor. Oysaki tedavi edilmemiş hastalık bebeğe çok
olumsuz etkiler yapabilmektedir. İlaç
kullanılması özellikle orta ve ağır düzeydeki depresyonlar için gereklidir ve
depresyon devam ettiği sürece bundan hem bebek hem de yakın çevresindeki
kişiler de olumsuz etkilenir. Doktorunuz ilaçlar arasında süte geçme oranı en
az olanı tercih edecektir. Ayrıca Amerikan Çocuk Doktorları Derneği anne sütüne
%10 dan az geçen ilaçların kullanılabileceğini bildirmiştir. Kullanılan
antidepresanlar da zaten bu oranın çok çok altında bir düzeyde anne sütüne
geçmektedir. Tedavisiz kalan depresyon,
anne sütü vermek ve ilaç içmemek adına tercih edilmemelidir.
6. Doğum sonrası depresyonu yaşamamak ya
da kısa bir sürede atlatmak için önerileriniz nelerdir?
Yapılan
çalışmaların çoğunda aslında doğum sonrası depresyon yaşayan annelerin çoğunun
gebelikleri sırasında da depresyon belirtileri yaşadığını ama bunun doğumla
geçeceği düşüncesiyle doktora başvurmadığı görülmektedir. Yani aslında annenin
gebeliği sırasında depresyon belirtileri fark edilip tedavisi sağlandığında
doğum sonrası depresyonu da önlenebilecektir.
Ayrıca
gebelik ve doğum öncesinde bir dönemde depresyon yaşamış kişiler daha fazla
doğum sonrası depresyon geçirme riskine sahiptir. Bu kişilerin kendileri ve
yakınları belirtiler açısından daha uyanık olup erken dönemde fark ederek
yardım alırsa hastalık yoğunlaşmadan önlenebilir.
Aile
içinde çatışmalar varsa bunun yine gebelik ve doğumla geçeceği beklentisinde
olmaksızın zamanında yardım alınması önemlidir çünkü aile içi çatışmaları olan
kadınlar doğum sonrası depresyonu için daha fazla risk altındadır.
Depresyondan
korunmada aile ve eş desteği de çok önemlidir. Bir anne bebeğin bakımı, uyku
düzeni ve kendine zaman ayırmada yakınlarından destek alabiliyorsa bunu
değerlendirmelidir. Çünkü özellikle uykusuzluk ve yorgunluk stres kaynağı
olarak hastalığın ortaya çıkmasını kolaylaştırabilmektedir. Bazen de yakınlarının teklif etmesini
beklemeden yardım istemek ve onların desteğini almak da gerekebilir ve işe
yarar bir yoldur.
7. Tedavi edilmemiş, üstü birşekilde
örtülmüş ruhsal hastalıklar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Maalesef tedavi edlmemiş ruhsal hastalıklar hem bu
hastalıktan muzdarip olan kişi için hem de yakın çevresindekiler için oldukça
olumsuz sonuçlara yol açabiliyor. En kötüsü de kişinin kendisine yada çevresine
zarar verme ihtimalinin olmasıdır. Bunun dışında çalışamamasının neden olduğu
maddi kayıplar, ruhsal durumuna bağlı ilişkilerinde bozulmanın meydana
getirdiği olumsuz sonuçlar oldukça yıkıcı olabiliyor. Hastalığın bir şekilde
kendiliğinden geçmesini beklemek yerine kayıpları en aza indirmek açısında biran
önce tedavi arayışına gidilmesi gerekmekte.
8. Günümüzde hepimiz çok hızlı
yaşıyoruz, birşekilde sistem bunu
gerektiriyor ya da bunu tercih ediyoruz tam bilemiyorum ama genelde çalışan bir
anne 38.haftada izne çıkıp, o haftasonu sezeryan ile doğurup, 3 ay sonra işe
başlıyor. Sonra koşuşturmalar, stresler birikerek devam ediyor. Sizce anneliği
anlayabilmek ve hormonal dengenin düzene girmesi için, yeterli midir bu süreler?
Elbette
daha uzun süreler olması ve anneliğe geçiş sürecinin daha sindirilerek geçirilmesi
daha güzel olurdu. Yine de süre bu kadar kısa da olsa gebelik sırasında doğum
sonrası için bir planlama yapmak, mümkün olan destekleri alarak bu süreci
kendimizi de ihmal etmeden geçirmeye çalışmak en doğrusu.
9.
Depresyonda
olduğu halde ve tedaviyi reddeden bir annenin çocuğuna verdiği olumsuz etkiler
hakkında ne düşünüyorsunuz?
Genelde
annelerimiz de bu durumdan kurtulmak ve tedaviyi istiyor fakat kullanacağı
ilacın bebeğine etkisi olur diye kendini ikinci plana atıp acıya katlanmaya
çalışıyor. Bazen de anne ikna oluyor ama çevresindekilerin eleştirel
yaklaşımları anneyi de suçluluk hissine yöneltiyor ve anne tedavi alamıyor.
Oysaki
tedavisiz kalan depresyon en başta anne ile bebek bağlanması olmak üzere,
annenin bebeği ile tüm ilişkisi ve ilgisini olumsuz yönde etkiliyor. Bu anneler
tedavi olmadıklarında, ilerde çocuklarında öğrenme güçlüğü, davranış
bozuklukları, gelişme geriliği ve hatta ruhsal hastalıklara yakalanma oranı
daha fazla olabiliyor.
10.Yeni doğum yapan kadınların eşlerine ve
çevresindekilere ne gibi görevler düşüyor? Yeni doğum yapan kadınlara özellikle
yapılmaması gereken hareketler ve söylenmemesi gereken cümleler nelerdir?
Öncelikle
gerektiğinde bebeğin bakımını üstlenerek, annenin yeterince uyku uyuyabilmesi
ve dinlenmesi için ortam yaratmaları çok
önemli bir destek. Çünkü bu hassas dönemde uykusuzluk ve yorgunluk depresyon
için tetikleyici olabiliyor.
Stres
de çok önemli bir faktör. En önemli stres kaynağı da özellikle çocuk bakımı
konusunda yeni annenin yetersiz bulunarak eleştirilmesi yada bilgisine önem
verilmeyip güvensiz yaklaşımlarda bulunulması. Annenin tecrübesinin az olsa da
bebeğinin bakımını tecrübeli kişilerin desteği ile ama kendisinin
yapabileceğini unutmamaları gerekiyor. Bakımı doğrudan üstlenerek anneye fırsat
vermemek yada hiçbir şekilde yardım etmemek ve tüm sorumluluğu ve yükü annenin
üzerine bırakmak sonrasında annenin tükenmesine yol açabiliyor.
Annelerin
de insanların anlamasını beklemeden yada üzüntülerini içlerine atarak katlanmaya çalışması yerine
daha uygun ve sakin oldukları bir zamanda üzülmelerine yol açan durumları,
karşısındakini suçlamadan anlatmaya çalışması işe yarar bir yöntem olabilir.
Anlaşılmanın bir yolu da duygularımızı uygun bir şekilde paylaşmamızdır.
11.Son olarak eklemek istediğiniz birşey
var mı?
Anneler
bugünün ve geleceğin mimarlarıdır. Onların huzuru ve mutluluğu bugünün ve
geleceğin mutluluğudur. Tüm anne ve anne adaylarına koyuldukları bu zahmetli
ama bir o kadar da mutluluk verici yolda
kolaylık ve mutluluk diliyorum. Onlara destek veren sizlere de bir anne
olarak teşekkürlerimi iletiyorum.
Yorumlar
Yorum Gönderme